20061025

divan

Elif, üç sene önce ikinci el bir dükkandan aldığı, televizyonun tam karşısında duran eski püskü divanda oturuyordu, annesinin kullanılmış bir kanepe alınır mı itirazlarına “kanepe değil divan” demişti, “artık böyle şeyleri yapmıyorlar”, haklıydı. Oymalı kolları, kabarık geniş yastıkları, koyu kahverengi kadife döşemesi ile divanın başka bir zamanın içinden geldiğini anlamak zor değildi ve kimse inanmasa da hiçbir yere gitmeden üç senedir öylece, aynı yerinde duruyordu.

Tam o divanın üzerinde siyah beyaz bir resim asılıydı. Kadıköyün arka sokaklarından birinde bu resmi gördüğünde sanki hayat durmuş gibi karşısında bakakalmıştı Elif. İçeri girdiğinde dükkan sahibi yaşlı adam yüzüne ters birşey mi var diye dikkatlice bakıp ne istemiştiniz diye sorduğunda eliyle işaret etmişti, konuşmadan. Büyük bir parka beyaz tahta geniş bir pencereden bakan küt saçlı bir kadın, belli ki ilkbahar ve kadının yüzünü görmesek de biraz olsun mutlu, en azından bu resme bakan herkesin öyle düşünmek isteyeceği kadar mutlu, Hakan öyle demişti mesela: “sanki gülümsüyor gibi”, haklıydı.

Merdivenlerde ayak sesleri duyulan ve birazdan kapıyı açıp içeri girecek olan ise Metin’di. Hızlı adımlarla yürürdü çoğu zaman, cebinde anahtarı bulmaya çalışırken birşeyleri yere düşürür ve kısa bir küfür ederdi, neyseki bu akşam değil.

Birisinin hayatına girmek aslında o birisinden hayatının bir kısmını almaktır, ilişki dediğiniz şey bir zaman sonra alışkanlıklar ve başka bir hayatı o kadar yakından bilmek üzerine kurulur, kaybedecekleriniz daha fazlası olmadığı zamanda korkutan şey de bu olur, uzatmaların oynandığını bilirsiniz ama bu güzel maçı bırakıp da gitmek, şimdi hakeme alıştık, oyuncular arkadaşlarımız, tribünler sevmeye başladı bizi, devam edelim demek daha kolay gelir. Elif yine aynı yerinde, o eski divanda, o güzel resmin altında otururken, o merdivenlerden gelen seslerin hiçbirinin metin’e ait olmayacağı bir zamanı düşündü, kapı yavaşça açıldı: “ben geldim”

Ufak bir öpücük, tüm suçları ufak öpücüklere yükleyebiliriz, kocaman ve tutkulu bir öpüşme aslında ne kadar masumsa bildiğimiz tüm dedektifler olayların başlangıcı sayılabilecek bu minik ayrıntının peşinden gideceklerdir, bütün ağır mevzular dikkat çekmeyecek basit şeylerin arkasına gizlenmez mi zaten? Elif çay yapmak için mutfağa doğru ilerlerken Metin bir an o hoşgeldin hediyesi öpücüğün nasıl olması gerektiğini düşündü, daha mı uzun, daha mı kısa, daha mı sıcak, neyse, önemi yok, yoksa var mı, yok yok, kendisine böyle dedi.

- film izleyecek miyiz ?
- İzleyelim mi?
- İzleyelim, ne var evde ?
- Ne istersin?
- Woody allen mesela ?
- İzledik ama onları
- Eeee ?
- İzlemeyelim madem boşver hayatım.
- Peki.
- Senin birşeyin mi var Elif ?

Elif divandaki yerini yeniden alırken ve Metin karşıdaki masada bulduğu resimlere bakarken bir miktar sessizlik. Sessizliğin en kötü yanı birinin onu bozacak olması hatta bozması gerektiğini bilmesi idi, o sessizliğin peşinden gelecek ilk cümlenin kelimeleri şimdi ikisinden biri tarafından özenle seçilecek, gidebileceği manalar tüm sözlüklerden özenle kontrol edilecek, çok farkettirmeye çalışılmadan doğru zamanda ses olacaktı, sessizlik.

Aslında garip olan Metin’in yirmi dakikadır sınırlarında bulunduğu bu evde, hiçbirşey bilmeyen bir yabancının bile kolaylıkla farkedeceği kadar açıkta duran, resim ile divan arasında bir yerde belki, gerginlikti. En son ayrıldıklarında, ki bu tamamen sabah işe gitmeden önce aceleyle gerçekleşiyordu, oldukça mutluydular, akşam için yemek planlarını uykusuzuz, gelip film izleriz diye iptal ettiklerinde Metin oniki, Elif ise yirmi üç dakika geç kalmıştı ofiste olmaları gereken yere ve bu sefer hadi görüşürüz hayatım cümlesinin ucunda kısa ama ne istediğini bilen bir öpücük durmuştu.

Metin sigarasından derin bir nefes aldı:

- uyuyacağım ben, siz hanımefendi?
- Metin konuşmamız lazım
- Uyurken konuşsak
- Ciddiyim. Otursana şöyle..

Elif tüm o sessizlik içerisinde bir sonraki sahnenin dekorlarını kafasında yerleştirmiş, açılış cümlesini ölçüp biçmişti, şimdi o gerginliğe yakışacak, kırık ve iki birbirini seven insanın pek haz etmeyeceği kısma gelmişlerdi; lakin tüm mesele artık o iki insandan en azından birinin sevmek denilen fiili başka bir hikayeye götürmesinin olduğunu da anlıyorlardı. Bundan sonra söylenebilecek herşeyi bal gibi ikisi de hatta Elif’den çok Metin biliyordu, insan böyle şeyleri garip bir önsezi ile farkeder, kaçmaya çalışır (bknz: Metin ve uyku), bir taraftan da hikayenin sonunu öğrenebilmek için tarif edilemez bir heyecan duyar. (bknz: Metin ve uykusuzluk)

- olmuyor Metin, biliyorsun, artık eskisi gibi değil

Metin’in sigarası kültablasına doğru giderken yüzüne yarım yamalak bir gülümseme geldi, marketten çikolata çalmış arkadaşlarına uzaktan bakan, biraz şaşkın ama biraz da meraklı, bir o kadar da gereksiz bir gülümseme. Geçer şimdi.

- haklısın ve senden sebepler söylemeni beklemiyorum
- evet, bu uzun uzun yapılabilecek bir konuşma değil zaten.
- Senden sebepler söylemeni beklemiyorum ama en azından bir sebep söyleyebilirsin.
- Söyleyebilirim.

Elif’in eli sigaraya doğru giderken yüzüne mahçup bir ifade geldi, marketten çikolata çalmış bir çocuğun babasına yakalandığı an. Kimse böyle olsun istemiyordu aslında ama oluvermişti işte.

Oluvermişti doğru bir kelime, Elif Hakan ile ilk tanıştıklarında ki bu üç ay öncesine tekabul eder, içinden hayır diye geçirmişti, hayır, bu olmamalı. İş çıkışı içilmiş kahvelerde ve adım adım birbirlerine yaklaşırken anlamak istemediği şekilde Metin’den zamanlar çalıyordu, Metin yani sevdiği adam, yani köşebaşında gördüğünde kalbinin biraz daha hızlı çarpmasını sağlayan kimse, masasındaki çiçeklerin vazgeçilmez sahibi, usulca ellerinden kayıyordu.

Birkaç saat önce Hakan sana uğrayabilir miyim demişti Elif’e, uğrayabilir tabii ki, bunda ne var? Elif istemeyerek de olsa evet demişti, isteyerek. Öylesine şeylerden bahsettiler, iki sıradan arkadaş nelerden bahsederse onlardan işte. Ben artık gitmeyelim vakti Hakan için geldiğinde ve ikisi de bu anı kutsamak adına ayağa kalktıklarında, o eski divanın ve üzerinde duran o resmin hemen önünde, bir saniye, birkaç saniye sessizlik ve nereden geldiği belli olmayan oysa nerede kaldın seni bekliyorduk denilebilecek ufak bir öpücük, iki kişinin de karşı koyamadığı ve uygunsuz olduğunu bildikleri ufacık bir öpücük, başka bir söz ya da kelime edilmeden ayrılacaklardı ki Hakan “ bu kadın ne zaman baksam mutlu gibi geliyor” dedi, Elif resme bakarak başını salladı, öyleydi.

Metin söylenmesi gereken sebebi aslında duymak istemediğini farketti, ne işine yarayacaktı, diyelim ki herşey yoluna girse bile sevdiği kadının yüzüne her baktığında kendisine bile çaktırmadan aklına gelecek ağır cümleleri nereye koyabilecekti ki, bitmek fiili ya da basit bir olmuyor iki kişinin arasında derin yenilgiler bırakarak geçmişti artık. Artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacaktı. Yerinden kalktı:

- neyse boşver, ben toplanayım, dedim ya uykum var.
- Bu kadar kolay yani ?
- Bunu kendine sorman daha doğru değil mi ?
- O kadar kolay değil merak etme.
- Merak etmiyorum, çok uykum var.

İçeriden gelen dolap seslerine rağmen, o divanın ve o resmin tüm hain büyüsünü bozmamaya çalışarak belki, belki de bir hayatın kendisinden yavaşça toparlanıp gittiğini görmeye dayanamayacağı için Elif yerinden kımıldamadı, ağlamak istemedi, birşey söylemek istemedi, öylece durdu. Birkaç dakika sonra kısa bir güle güle duyduğunda cevap veremedi ve kapının kapandığını anladığında hiçbirşey yapmadı.

Bitmişti.