20060129

maria de monza

one
“Kütüphanelerden fazla bir şey beklemek haksızlık olur. Susup susup yazarları çoktan ölmüş kitaplara bakmalısınız. Okurmuş gibi yapmalısınız ya da en azından yaşlı bir amcaya fotokopilerini çektirmelisiniz. Ölmüş yazarların lanetlerinden ancak böyle korunabilirsiniz çünkü. Sanırım benim canımı en fazla acıtan da Maria De Monza oldu. Biliyorum ki o kadın o uzun romanı uyumadan önceleri okumam için yazdı. Aslında bana o kadar kızmaya hakkı yok, eğer tüm bu olanlar kitabı içindeki faili meçhul bir yazının peşinden gittim, kahramanlarını en heyecanlı sayfalarda yalnız bıraktım diyeyse üzgünüm, gerçekten üzgünüm. Beni anlayacaktır.

Siyah uzun saçları vardı. ölebilirdim. O gün masanın başında sadece saçlarına bakarken ölebilirdim. (Lakin hayat böyle ağır yenilgilerin tadını çıkartır) Bir sürü tokası vardı, bense fazla bir şey istemedim. Saçlarına dokunup birkaçını çıkarsam bana yetecekti. Derken elindeki sigara paketiyle yerinden kalkıp merdivenlere doğru yürümeye başladı. Şimdi ondan bahsetmemi, yüzünü anlatmamı, güzelliğini duymak istiyor olmalısınız oysa ben o vakte kadar hiçbir şey çalmamıştım. Kazayla unutulmuş bit tokayı etrafa iyice bakarak (marketten sakız çalan çocuklara benzer / Maria de Monza.beyaz sessizlik.sayfa 19) cebime attım. Geri döndüğünde bir müddet aradı hatta çantasına bile baktı ama nafile.

Çocukken çok neşeli bir arkadaşım vardı. Şimdi ismini hatırlamıyorum, hatırlasam bile sizin işinize yaramayacak. Çocukların yalanlar üstüne garip ittifakları olur. Oyunlar oynarsın, misketler el değiştirir, bisiklete binersin ama biz fazlasını yapmıştık. Lucio (sonra durup birden ismini hatırlarsın... / Maria de Monza.beyaz sessizlik.sayfa 71) konuşmamaya başladı ama sadece annelerine karşı. Bizim yanımıza gelip o gün doktora gittiklerini, adamın kendisine tek bir cümle söyletmek için bir saat uğraştığını anlatırdı. Eve döndüğünde yeniden susmaya devam ederdi. Bunu neden yapardı, niye hiç birimiz gidip annelerimize söylememiştik bilmiyorum. Zavallı annesi en sonunda öğrenmişti, kim bilir kadıncağız ne kadar üzülmüştür fakat o sadece bir oyundu, dedim ya çocuktuk.

Venediklilerin meşhur bir sözü şöyle der: “ suyu izleyemezsin, su seni istediği yere götürür.”. Karşı masada oturuyordu. Matematikle alakalı bir şeyler çalışıyor olmalıydı ki o kadar karalama kağıdı gerçekten bir işe yarasın. Kurşun kalem kullanıyordu, çantasının rengi sarıydı, çayı kahveye tercih ettiğini de söyleyebilirim. (Hayat size kaçmak için son bir şans verir, lakin siz bazen maceralı yolu denemek istersiniz, siyah beyaz bir sinema filminde kahraman olmadığınızı anladığınız da ise artık çok geçtir. / Maria de Monza.beyaz sessizlik.sayfa 113) elinde bir kağıtla yerinden kalktı, yine sigara içmeye gideceğini düşündüm, gitmedi. Rafların arasında gezinmeye başladı. ona bakıyordum, birkaç kitap karıştırdı. Sonra bir tanesini çekip içine kağıdı koydu.

Maria de Monza o kağıtta yazılanları okusaydı, edebiyata merak salmış genç bir bayan görecekti. Öylesine yazılmış satırlardı. Bayanın mutlu mesut nefes almalarından karalama kağıtlarına düşmüş küçük bir pay. Kimin bulacağı matematiksel olasılıklara kalmış ve hiç farketmeden bir sonrakini bekleyeceğiniz beyazları azalmış bir sayfa. Tüm kelimelerin teker teker yalan olabileceği aklınızın ucuna gelmiş ama öyle bir gitsin istemişsiniz ki bildiğiniz en güzel doğrular hiçbir şey yapamamış.

Sonra bir ertesi gün, sonra bir tanesi daha. Gelmedi. (eğer bir şeyi fazla beklemeye başlarsanız, uçurtmaları hatırlayın, oysa ne desem anlamayacaksınız. / Maria de Monza.beyaz sessizlik.sayfa 179) aynı masadaydım, elinde kocaman kitaplarla köşeden görünmesi için sonu aniden kesilen şarkılar dinleyebilirdim, sigaraları bitmeden söndürebilirdim, yağmuru bile sevebilirdim. Gelmedi.

Sonra siyah bir zamanda öleceğini sandım.

Oysa artık çalınmış tokayla tutturulmuş bir sürü kağıdım var.”

two
“ matematik sihirlidir, bense üç dört beş üçgenlerinde acı çeken pisagordan fazlası değilim ve hayatım ne üç olacak kadar çocuksu ne de beşe varacak kadar güzel. sadece iki tane iki ne yaparsa yapsın dört olduğundan yaşıyorum, hepsi bu.

Aslında o kadar kötü değil, biliyorum ki Maria de Monza bu satırları okusaydı hakkımda ümitsiz düşüncelere kapılırdı sonra da kahramanları bana yaşama sevinci aşılayacak sözleri paragraf sonlarında sarf ederdi. ( .. ama kahramanlara güvenemezsin, kaybedecek bir şeyi olmayan kimseye güvenemezsin. / Maria de Monza.beyaz sessizlik.sayfa 180)

Kütüphanenin karanlığa yakın havasında küçük bir oyun bulduğumda masumdum. Aynı kitabın sessiz sayfalarına öylesine satırlar yazdığımda da. Bir gün merakla alınmış bir kitabın içinde öylesine biri başka bir hayata ait cümleler, gizli saklı ayrıntılar bulacaktı, birkaç defa okuyup anlam vermeye çalışacaktı, eline bir şey geçmeyeceğini anladığında kaldığı sayfadan Maria de Monza onu kandırmaya devam edecekti, en fazla kaldığı sayfayı unutmamak için kullandığı bir kağıdı yazmış olacaktım, fazlası değil.

Çok bulutlu yani maviliği saklayacak kadar bulutlu zamanlarda yapabildiğim en güzel şey susmak. Kimseyle noktalama işaretlerine gerek duymadan susmak. Bazen anlatacaklarımın manası olmadığını biliyorum, türev ve integralın zaferleriyle dolu karalama kağıtlarında herhalde yapabileceğimin en iyisi şehrin nüfus sayımlarında artı bir olup sessiz kitapların arasında durmak.

Karşı masada oturan genç adamın yazdığım kara sayfaların ateşli takipçisi olduğunu farkettiğimde yanlış tahmin etmiyorsam dört kağıt olmuştu. Muhtemelen kitabın arasına koyarken beni izlemiş, ne yaptığımı anlamak için sayfaları karıştırmış ve mutlu sona ulaşmıştır. Maria de Monza’yı evine götürmeyip sadece kağıtları almakla yetinseydi, kitabın geçici sahipleri sırasına ismini iki kere art arda yazdırmasaydı hayranımı daha yakından tanıyamayacaktım. (bir cinayetin en önemli ipucu kültablasındaki sigaralardır, lakin kimse kibriti suçlayamaz. / Maria de Monza.beyaz sessizlik.sayfa 195) uzun boyluydu, yüzünde sakin bir ifade vardı, sanki bir yerlerden tanıyordum ama merhabamız gizli kalmalıydı.

Masumdum, yalnızca yanıma gelip suçunu itiraf etmesini istiyordum. Kaçak bakışların bir adım ötesine geçip, küçük oyunun kağıtlardan sonra gelen sonunu bulacaktı. Madem okumayı çok seviyordu, dizinin ilerleyen kısımlarında intihara doğru sürüklenen genç bir kızın kimse duymasın diye kitaplara saklanmış son satırlarını da okuyacaktı. Maalesef intiharı hiç düşünmedim, o ise az zamanım kaldığını her saate baktığında hatırladı. Ben istemesem bana gelmeyeceğinin kütüphanenin tüm memurları ile farkındaydık. “




three
öyle sakin bir pazartesi öğlesiydi ki uzaktan mayıs zannederdiniz. Kız sigara içmek için kütüphanenin kapısından çıktığında peşinden genç adamın geldiğini camın ayna taklidi yapmasından anladı.

- tokanı ben çaldım yani kaybetmedin.
- Biliyorum.
(aitlikler er geç yerini bulacaktır, kaybetmeyi hiç bu kadar istemeseniz bile. / Maria de Monza.beyaz sessizlik.sayfa 237)
- Yazılarını toplayan bendim.
- Biliyorum.
(verilmiş her cevapta soru işaretleri yerini noktaya bırakırken paragraflar susar, uzun cümlelere saklanan sessizlikler mevsim değiştirir, yanıtı merak edenler için en güzeli ama en güzeli yanmış sigaralara inanmak olmalı. / Maria de Monza.beyaz sessizlik.sayfa 259)
- ölmeyeceksin değil mi?
(bazen susmak, kayıp mayıs aylarında sakince sorulmuş soruları yanınıza alıp susmak istersiniz..)

genç adam kızın yüzüne kısa bir an baktı. (Hepsi bu.. . / Maria de Monza.beyaz sessizlik.sayfa 283)

2 Comments:

At 5:19 PM, Blogger mtlda said...

Ama o bu değildi ki, maria de monza bu değildi, başka bir şeydi, hangisiydi?

Ne kadar çok zaman geçmiş üzerinden.

 
At 7:59 PM, Anonymous Anonymous said...

pırakın fursun.
no love no glory bloguna yazılası bir yorumdu o tabancalı yazı için.
ama beta boku yüzünden yazamıyorum beta olmayan bloglara. other olarak yazılabiliyor ama onu da sen kapatmışsın.
öyle işte.
kendine iyi bak.

 

Post a Comment

<< Home