20060129

sessiz

Onu kasabadaki herkes tanırdı. Köşeleri tutmuş tüm marketler, akşamüstleri evlerinin kapılarında dedikodu yapan kadınlar, işten dönen amcalar, serseriliği bulmaya çalışan gençler, herkes.

Yardımsever değildi, şimdiye kadar kimse bir yaşlıyı karşıdan karşıya geçirdiğini görmemiştir mesela, babasının da öyle çok parası yoktu, deli bir kanı olduğunu da sanmıyorum kas mücadelelerinde. Fazla konuşmazdı, neşeliydi ama neşesini sadece hep gülümser duran yüzünden biliyorduk. Çok yakışıklı değildi belki çirkin bile sayılabilir, peşinde dönüp dolanan kızlar da yoktu.

- bu o mu?

Şehre yeni gelmiş her kimse onunla bir gün caddenin ortasında böyle tanışacaktı. Korkuyormuyduk, yanımıza gelip bir şey mi istediniz diye sorsa kaçacak mıydık, bilmiyorum. Çocuklar onu görünce sebebini kendileri bile anlamasa da böyle yapıyordu ama biz kocaman insanlardık, tanrının unutulup gitsin diye bilerek not düştüğü bir şeyi, biraz abartıp fazla kere tükenmez kalemini kullansa da, uzatmanın manası yoktu.

- merhaba ismim Lucio

Garip bir sessizliğin zincirleme isim tamlamalarında alacağı en güzel ek bu konuşmanın içindeydi. Susmakla mamak arasında bir yerde takılı kalıp tercihinizi ikinci şıktan yana kullanmaya karar vermeliydiniz.

- merhaba ben de Marta
- kasabaya yeni geldiniz herhalde, sizi ilk defa görüyorum. Fio sizden bahsetmişti.
- Evet, bir hafta oldu.
- Görüşmek üzere.

Yeni bir yere taşınmak her zaman güzeldir. Sokaklara alışmaya çalışırsınız, evinize en kısa yolu belirleyene kadar hep farklı yollardan gidersiniz. Ben yanılmam diye düşündüğünüz bütün önyargılar teker teker yan yola sapar, ılırsınız. Çekmecelerin yerlerini şaşırırsınız, gecenin bir vakti hangi kapının gıcırdayacağını bilemezsiniz. Size Lucio’dan bahsederler, yedi kere intihara teşebbüs ettiğinden, altısının hastanede sona erdiğinden. Şaşırmanızı beklerler, Lucio gibi hafifçe gülümsersiniz, olur biter.

Günler Montalcino’nun içinden ilk baharı bekleyerek geçiyordu. Roma’yı en fazla bu yüzden özlüyordum. Sanki hep bahar gibiydi, araya kışların girmediğini söyleyemem ama bilirdik ki bir gün yine yeşiller giyineceğiz. Hikayeyi ben anlattığıma ve size Lucio’dan bu kadar bahsettiğime göre bir son bekliyorsunuz, edebiyat öğretmenim gibi. Zavallı Miss Mezina kırk puanlık kompozisyon sorularının hepsinde, son paragrafı işaretleyip sonuç olmamış deyip beş puanı cebine atardı oysa ben hiçbir zaman güzel sonlar yazamadım. Neyse ki sizden tam puan almaya niyetliyim.

İşten eve geri dönerken Lucio’ya otobüs durağında rastladım. Bazen rastlantıların olasılık problemleri olmamasını istersiniz, kendime söylemesem bile onun orada sadece beni görmek için beklediğini düşündüm, ne zaman geleceğimi bilmeden ya da sadece bir merhabanın fazlasını alacağından şüpheli.

- tekrar merhaba.
- Merhaba Lucio

Yerel gazetelerde birinci sayfadan verilmiş ve bir dahaki seferi sessizce beklenen ölüme bu kadar yakın bir adamın yanında benim ne işim olabilir ki? Belki iş olarak şu an pek kalabalık olmayan bir kafede çay içiyorumdur, belki nedenlerini merak etmeden sadece anlatmak istediklerini dinliyorumdur. Aslında neden, polisin kapıyı kırarak içeri girdiğini hatırladığım gece olabilir, son olsun diye yazılmış mektubu aileme verdiklerinde gittiğim psikoloğun şehir değişikliği tavsiyesi de. Roma’yı hala özlediğimi ise Lucio’ya anlattım.

Lucio’yu herkes tanır, küçük bir kasabada aynı herkes aynı her şeyi hemen duyacaktır. Mesela bana Lucio ile ne yaptığımı sorduklarında Lucio’nun söylememi istediği yanıtı, yeni bir intihar planı yaptığımızı söylüyorum. Sadece bu sebepten beni çok seven canım komşularım artık gördüklerinde soğuk bir iyi günler ile yetiniyorlar. Eğer bu kasaba beni bir kere daha yanıltmazsa yerel gazetenin en büyük haber dizisi Lucio’ya neler oluyor’u benimle yapılmış bir röportajla devam ettirmesini bekliyorum.

Size Lucio’nun intihar sebeplerinden bahsetmeyeceğim. Basit ipuçları verebilirim ama o iplerle kendi söküklerinize dahi çare bulamazsınız. Çünkü siz hiç ölümü düşünmediniz, resminizin bir kenarına yitip gitmiş bir hatıra olmayı hiç kondurmadınız. Güzel de bir bahane bulduğunuzu biliyorum, ancak zayıf insanlar hayat karşısında geri çekilip tek başlarına ölmek isterler. Unutmayın ne kadar uzun olursa olsun her cümlenin sonunda bir nokta var.

Başlarda garip bir aşkın içine düştüğümü zannettim. Her gün otobüs durağında beni beklediğini biliyordum, saatlerce konuşuyorduk, saatlerce konuşurken bazen onu dinlemediğimi sadece yüzüne baktığımı biliyordum. Sabahları eksikliği ile uyandığımı anladığım zaman, ki çalar saatlere kızgınlığım sadece bu yüzdendir, vazgeçtim. Sakın vaz ile geçmenin yan yana, birkaç cümle öncesinin güzide kelimesi aşkta olmayacağını söylemeyin, siz daha basit ipuçlarını bile anlayamıyorsunuz.

Lucio onu sevemeyeceğimi biliyordu, hiçbir zaman da beklemedi zaten. Sessizliğe bu kadar çok alışmış bir adam, onca konuşmuşsa bu ancak biraz daha nefes almak için umudunu kaybettiğinde olur. Ona umut verecek kadar temiz bir sicilim yoktu, karamsar konuşmalarda siyah kelimelerin birbirimiz için altını çiziyorduk ve tekildik, çoğul eklerine ihtiyacımız vardı ama cümlelerimiz kısa.

Gitmek bir zaman sonra sessizliğin en çok sevdiği cümle oldu. Tren garındaki kocaman saatte Montalcino’ya veda ediyordum. Lucio’ya güle güle dedim. Kendisine çok iyi bakmasını tembihlerken gülümsedik, aynaları bunun için yapmışlar. Sonra düdük sesi duyuldu, son uyarıları dikkate almalısınız. Roma tam baharken geri dönüyordum oysa o şehirde hep bahar olduğunu düşünmeyi sevdiğimi fark ettim, baharın mayıslı halini değil. Ağlamadım.

Sonuç kısmında hala ısrarcı olanlar hayatta hiçbir zaman başarılı olamayacaklar.

- merhaba gazeteyi getirdim.
- teşekkür ederim, masanın üzerine bırakabilirsin.
- bir şey sorabilir miyim?
- tabii ki..
- bu yerel gazetede bir şey mi var, tüm Roma’da bir tek siz abonesiniz.


Lucio sessiz kalmamı isteyecekti.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home